Yoksul evlerin çocukları ‘yırttı’ mı?

Kapağında Orhan Kemal, Oktay Rifat, Melih Cevdet Anday, yanı sıra İsmet Yenisey ile Remzi Tozanoğlu gibi iki gazetecinin adı varsa, o kitap cezbedicidir benim için. Turgut Çeviker’in derlediği ‘Yoksul Evler’ kitabında, yukarıda adı geçen yazarların yazdıkları hikayeler yer alıyor.

Onları bir araya getiren ise 1950’li yıllarda yayımlanan Akşam gazetesi olmuş. Gazete, “Çok Çocuklu Aileler Arasında” adlı bir dizi hazırlıyor ve bu dizi için üçü yazar ve şair, diğer ikisi gazeteci beş ismi bir araya getiriyor. Bu beş isim, İstanbul’un yoksul semtlerinde yaşayan çok çocuklu ailelerle röportajlar yapıyorlar. Dizinin hedefi, çok çocuklu yoksul ailelere yardım elinin uzatılması.

Gazetenin yazarlarının yaptıkları röportajlar ses getiriyor. Ancak bilin bakalım ne oluyor? Basın, Yayın ve Turizm Umum Müdürlüğü gazeteye bir uyarı yazısı gönderiyor. Yazıda kısaca, dizinin yasaya aykırı olduğu belirtilerek, devam etmesi halinde gazetenin cezalandırılacağı ifade ediliyor. Hikaye dizisi bu uyarı üzerine son buluyor.

1950’LERİN İSTANBUL’UNDA YOKSUL SEMTLER

Turgut Çeviker, 1956 yılında yayımlanan hikayeleri arşivlerde bırakmayarak, ‘Yoksul Evler’ adı altında topladı. Bu sayede 1950’lerin İstanbul’una, yoksul semtlerine, çok çocuklu ailelerin hanelerine gidiyor okur. Her hanede çok insana, büyük küçük her insanın hikayesine tanıklık ediyoruz.

Onların yaşama mücadelesi, diri umutları, dayanışma ruhu, gelecek tahayyülleri garip bir şekilde okura da sirayet ediyor.
Yazarların misafir olduğu o derme çatma yoksul evlerin yerinde yeller esiyor şimdi ama yoksulluk, çehresini değiştirmiş olarak, yerli yerinde duruyor hâlâ.

YOKSULLUĞU GÖRÜNÜR KILMA ÇABASI

Bu kitabı, ‘Yoksul Evler’i kıymetli yapan birkaç neden var. Sanırım bu nedenlerin başında, yoksulluğu görünür kılma çabası geliyor. Mevcut iktidar, memlekette yoksulluk yokmuş bir algı yaratıyor. Daha doğrusu, birçok etkili araçla, ki bunların başında medya geliyor, yoksulluğu, yoksul insanları görünmez kılma mahareti sergiliyor. Oysa kahrolası yoksulluk diz boyu. Hayat gailesi, mutlu mesut küçük bir kesim dışında, memleket ahalisinin yakasına yapışmış, bilincini de direnme ve isyan etme becerisini de dumura uğratmış durumda.

Halbuki yoksulluk kader değildir ve sürüp giden yoksulluğun sorumlularından hesap sormak, bir insan hakkıdır.
Kitaptaki hikayelerde bir hesap sorma hali pek sezilmiyor ama kadere teslim olma hali kuvvetle hissedilir. Kadercilik halini belki dönemin koşullarıyla açıklamak mümkün olabilir. Yeni bitmiş İkinci Dünya Savaşı’nın tahribatı, çok partili sistemin memlekete uyarlanma, benimsetilme çabası, ekonomik araçların çeşitlilik gösterme süreci ve bunların yanı sıra hiç eskimeyen “devlet bekası” söyleminin gücü, kaderciliğin hüküm sürebilme nedenlerinden olsa gerek. Kitap, bütün bunları düşündürttüğü için ve kim bilir, yoksulluğu bitirme yolları üzerine de düşünmemize imkan verebileceği için önemli.

Yoksul Evler, Orhan Kemal – Oktay Rifat – M. C. Anday – İsmet Yenisey – Remzi Tozanoğlu, 174 syf., Kor Kitap, 2023.

ORHAN KEMAL, OKTAY RİFAT VE MELİH CEVDET ANDAY’DAN HİKAYELER

Orhan Kemal, Oktay Rifat, Melih Cevdet Anday’dan hikayeler okumanın dimağda bırakacağı tadı özellikle vurgulamak gerekiyor mu acaba? Orhan Kemal Türkçenin en önemli hikayecilerindendir. Melih Cevdet ve Oktay Rifat şair olarak nam salmış olsalar da düz yazıya hiç de mesafeli olmadıklarını biliyor edebiyatı yakından takip edenler.

Akşam gazetesinin dizisi için İstanbul’un yoksul semtlerine revan olduklarında, üçünün de birkaç kitabı çıkmış, isimlerini edebiyat alemine duyurmuşlardır. Orhan Kemal, en iyi tanıdığı kesimi yazacağı için zorlanmamıştır peşin hükmüyle okudum kitabı ve yanılmadım. Kısa cümlelerle insan ve mekan betimlemeleri, sade anlatımdaki yoğunluk ve diyaloglar alışılagelmiş biçimde tatmin edici. Ancak Oktay Rifat ve Melih Cevdet de Orhan Kemal’den hiç geri kalmıyorlar (ikisi de edebiyatın ustaları, neden geri kalsınlar ki?) ve keşke hikaye yazmaya daha çok vakit ayırsalardı dedirtiyorlar.

Peki, ya İsmet Yenisey ile Remzi Tozanoğlu? Hiç hak yiyemem, iki gazetecinin üç edebiyatçıdan aşağı kalır yanı yok hikaye yazarlığında. Dillerindeki edebiyat lezzeti, üç edebiyatçıyla neden yan yana durduklarını gösterir nitelikte.

Burada şunu da belirtmek gerekiyor: Gazetenin beş yazarı, edebiyatın olanaklarından ziyadesiyle yararlanıyorlar. Ancak konsept ve yazdıkları mecra belli olduğu için edebiyattan tam kıvamında yararlanıyorlar. Bu, edebiyat zevkinden mahrum kalmadan haber okuma imkanı veriyor.

BAŞKA TÜRLÜ BİR GAZETECİLİK MÜMKÜN

Bu neredeyse unutulmuş bir gazetecilik tarzı. Bu tarzın unutulmaya yakın durmasında hiç kuşkusuz değişen memleket ve dünya koşullarının etkisi vardır. Gazetecilik mesleğinin çehresi de içeriği de içeriği aktarma biçimi de zamanla değişti, değişiyor.

Gazetecilerin okuma edimleri de değişti, gözlemleyebildiğim kadarıyla. Genç gazeteciler, edebi kitaplar okumayı geçtim, mesleğin duayenlerini bile hakkıyla okumuyorlar gibi bir izlenimim var maalesef. “Ne önerirsin?” diye soran gazetecilik heveslisi arkadaşlara John Steinbeck, Ernest Hemingway, Yaşar Kemal, Fikret Otyam ve benzeri büyük yazarlardan örnekler veriyorum. Gazete yazarlığının başka türlü olabileceğini gösteren ilk değil ama aklıma ilk gelen yazarlardır bunlar. Gazetecilik yapmaya niyetlenen genç arkadaşların bu isimlere ve tarza uzak olmaları, itiraf etmeliyim ki hevesimi kırıyor. “Biz eskidik yahu” diyorum kendime. Bunu dedirttikleri için kızmalıyım belki. Ama belki bizim de onlardan öğreneceklerimiz vardır ve buna hazırlıklı olmalıyız, değil mi?

‘Yoksul Evler’ kitabının bir önemi de genç gazetecilere başka türlü bir gazeteciliğin yapılabileceğinin mümkün olduğunu göstermesidir. Bu nedenle, özellikle gazeteci adayı gençlere ‘Yoksul Evler’i okumalarını tavsiye ederim.

TAHSİN YÜCEL VE AYŞE BUĞRA’NIN YAZILARI

Sona bıraktım: Kitapta yer alan Tahsin Yücel ile Ayşe Buğra’nın yazıları hem hikayeleri yerli yerine oturtmak hem de dönemi anlamak için çok kıymetli.

Behçet Necatigil’in “Evler” şiirinden bölümler de yer alıyor kitapta. Keşke herkes bu şiiri bulup okusa.

Gazetecilik merakı diye bir şey var.

Burcu Aktaş, Gazete Duvar’da çıkan “Yoksulluğumuz öyle derin ki” yazısında bu merakın peşinden gidiyor ve Orhan Kemal’in 1956 yılında arşınladığı sokaklara dalıyor. Böylece yoksullukla ilgili yeni bir hikaye ile buluşturuyor okuru. O sokaklarda değişmeyen tek şey, derin yoksulluk.

Benim aklımda ise yoksul evlerdeki çocuklar var. Acaba bu çocuklardan hiç değilse birkaçı, döktükleri alın teri sayesinde yoksulluk cehenneminden ‘yırtmış’ olabilir mi? Mesela, yedi nüfusa bakan on dört yaşındaki Fethiye Savga, sağlığına kavuştu mu? Yoksulluktan kurtulabildi mi?

(KÜLTÜR SANAT SERVİSİ)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir